Fehmi Koru*
Türk takımlarının başka ülkelerin başarılı takımlarıyla karşılaşmalarını eş-zamanlı izleyebilecek durumda değilim.
Görüntülü izleyemesem de gözüm ve kulağım maçlarda…
Beşiktaş İstanbul’da rakibini ağırlıyor. Kulağıma gelen haber iyi: Beşiktaş 2-0 önde… Maçın öyle bittiğini sanırken, neden sonra rakibin kazandığını öğreniyorum. Bir kırmızı kartla 10 oyuncuyla kalan Beşiktaş karşısında, 2-0 geriden gelen rakip, arka arkaya üç gol atarak sahadan galip ayrılmış…
İşe bakın siz…
Neyse ki, rakibi karşısında istatistik verilerin hepsinde açık ara ileride Fenerbahçe, 14 galibiyet serisine bir yenisini daha eklemeyi başarmış… Hem de, önceki karşılaşmalarda sahaya sürülen oyuncuların çoğu dünkü maçta kenarda tutulduğu halde…
Sevinelim mi?
Düşünelim derim…
Futbol çoktandır bayağı ciddi bir sektör… Sadece spor olsun diye yapılmıyor; oynayan ve oynatanlar -sektörün içerisinde yer alan herkes- tıpkı bir holdingin yönetim kademesinde bulunanlar gibi, önünü arkasını düşünmek ve hesaplarını çok yönlü yapmak zorunda.
Taraftar da spor sayarak tuttuğu takımının sanayi firması türünden bir yapıya dönüştüğünün galiba farkında.
Herhalde farkında olmasalardı, takımı son birkaç haftadır beklenen sonuçları alamayıp üstüne üstlük yabancı bir takım karşısında yenildi diye hır çıkarmaz, talihlerine küsüp sakin biçimde evlerine dönerlerdi.
Beşiktaş taraftarı maçtan sonra stadı terk etmemiş, ‘‘Yönetim istifa’’ naralarını sürdürmekten vazgeçmemiş…
Fenerbahçe taraftarı da bu yıla kadar benzer ruh halindeydi. Maçlar sırasında ve sonrasında istifa çağrıları stadlardan evlere kadar ulaşırdı.
Ne oldu da bu yıl hava değişti?
Cevap dünkü gazetelerde vardı. Fenerbahçe kulübü başkanı, transfer sezonunda, eldeki oyuncuların bazılarını akılcı bir pazarlamayla elden çıkardıklarını, kasaya giren parayı daha değerli oyunculara harcadıklarını açık açık anlatmış…
[Acaba geçen yıllarda neden aynı akılcı yöntem uygulanmamış?]
Her üçü aynı akılcı stratejiyle davrandı çünkü.
Üçünün de başında yerli teknik direktörler var.
Geçen yıl İngiltere, Fransa ve İtalya liglerinde top koştururken bu yıl üç takımdan birine gelmiş hayli oyuncu bulunuyor her birinde.
Teknik direktörler oyuncularının teknik özelliklerini iyi biliyor ve onların eksik taraflarını tamamlamak, fazlalıklarını sahaya en sonuç alıcı biçimde yansıtmak için çabalıyorlar. Zaten hemen her hafta birden fazla resmi maç oluyor, bu da oyuncuları sürekli istim üstünde tutmaya yarıyor. Kadrolar bu yüzden rotasyonu rahat sağlayacak kadar yüklü ve oyuncular ilk 11’e girmek, yedek kalsa bile sonunda sahaya sürülmek için birbirleriyle yarışmak zorundalar.
Yabancı oyuncular geçen yıllardan daha kaliteli. Yerliler de onlara ayak uydurma derdinde ve bunda başarılılar…
Manchester United gibi bir devi kendi sahasında deviren Galatasaray Avrupa’da başarılı.. 15 haftadır resmi maçlardan galibiyetle çıkan Fenerbahçe de Avrupa’da başarılı.. Taraftarı Beşiktaş’ın da Avrupa’da başarı kazanmak zorunda olduğunu yönetime hatırlatıyor…
Beşiktaş taraftarını rahatsız eden, ezeli rakiplerinin başarısına ayak uydurulamaması…
Hakemler de biraz daha dikkatli maç yönetseler futbolseverlerin keyfine diyecek kalmayacak…
[İngiltere’de lider adaylarından Liverpool’un mutlak golü hakkında yanlış karar verildi diye millet ayakta ve hakemlik kurumu topa tutuluyor ve VAR kuralları yeniden gözden geçiriliyor. Bizde neredeyse birkaç haftada bir aynı vahamette hakem hataları yaşandığı oluyor.]
Tek eksik, milli takımın durumu…
Milli takım henüz üç büyükler seviyesinde değil. Sebebini merak edenler üç büyüklerin bu yazının içinde yer alan özelliklerine yeniden bakarsalar, milli takımdaki eksikliği hemen fark edeceklerdir.
Futbolumuz iyi yolda.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.